dini sohbetler sohbet islami sohbet muzik indir cinsel sohbet omegle tv türk sohbet islami sohbet maltepe escort ataşehir escort kartal escort baskılı poşet sakarya escort yeni bahis siteleri maltepe escort pendik escort kadıköy escort escort ataşehir escort emlak seviye 5 anadolu yakası escort maltepe escort tıkanıklık açma fiyatları

BU DÜZCE’DEN BİR NAZIM HİKMET GEÇTİ (II)

Doç. Dr. Fatih Özçelik tarafından "BU DÜZCE’DEN BİR NAZIM HİKMET GEÇTİ (II)" başlıklı yazısını yayımladı.

Yayın: 10 Ocak 2025 - Cuma - Güncelleme: 10.01.2025 15:29:00
Editör -
Okuma Süresi: 8 dk.
Google News

Türk edebiyatının önemli isimlerinden Nâzım Hikmet’in, Bolu’dan başlayıp Düzce ve Akçakoca üzerinden Moskova’ya uzanan yolculuğunun Düzce ve Akçakoca kısmını anlatmaya devam edelim. 1921 yılının Ağustos ayının son günleriydi. Milli Mücadele’nin çalkantılı günlerinde, Nazım Hikmet ve arkadaşları Bolu’dan ayrılarak yeni bir yolculuğa başlamışlardı. Yaylı arabayla ilerlerken, Bolu’nun soğuk tepelerini aştılar.

Yolculukları sırasında bir noktada Nazım Hikmet ve arkadaşları, yokuş aşağı arabalarını sürerken bir jandarma ve memur kalabalığının ortasına düştüler. Bu grup, Düzce’nin Jandarma Komutanı ve mülki idarecilerini de barındırıyordu. Kalabalık, birbirlerine heyecanla “Açılmış yol, açılmış, gelenler var,” diyerek sesleniyordu. Kalabalık, Nazım ve arkadaşlarına kim olduklarını sordu. Ayrıca yolda olağanüstü bir durum görüp görmediklerini öğrenmek istediler. Nazım Hikmet ve arkadaşları, gruba Doğu yamacındaki jandarmalar hakkında da bilgi verdi. Bu bilgileri aldıktan sonra jandarmalar ve mülki idareciler harekete geçtiler. “Haydi biz de dağı aşalım, arkadaşlar. Yakın meşaleleri!” diyerek arabalarını yokuş yukarı sürdüler ve dağın zorlu yollarına doğru ilerlediler.

Nazım Hikmet, Vâlâ Nurettin ve Ziya Hilmi bu kalabalığı geride bırakarak Düzce’ye ulaştılar. Düzce’de mola verdiler ve sofralar kurdular. O dönemde Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da içki yasağı olmasına rağmen, rakı kaçak olarak elde ediliyor ve yarı gizli bir şekilde içiliyordu. Nazım ve arkadaşları, içkiye ne alışık ne de düşkün olmalarına rağmen sofralarında coşkulu bir hava estiriyorlardı. Kahve fincanlarında servis edilen rakı için garsona sürekli emirler veriyorlardı:
“Garson! Yüz dirhem daha getir o aslan sütünden, beylerin fincanları boşaldı galiba. Taksim et!”

Rakının suyla karışınca renginin ağarması nedeniyle fark edilmemesi için bu fincan yöntemi tercih ediliyordu. Ancak sofradaki misafirler, bu cömert tavırlar karşısında mahcup oluyorlardı. Düzceliler, “Bu sefer de bizden olsun bari, şairler. Siz misafirsiniz, biz yerlisiyiz,” diyerek ısrar ediyorlardı. Ancak Nazım ve arkadaşları bu ikramları geri çevirmeyip ziyafet havasını devam ettiriyordu.

Nazım Hikmet ve arkadaşları, Düzce'de kurdukları sofralarda cömertlikleriyle dikkat çekiyordu. Garsona birbiri ardına emirler veriyor, adeta Hint racaları ya da Mısır paşaları gibi davranıyorlardı:
“Beylerin tabaklarını değiştir! Mezeleri tazele! Listeyi getir, bakalım balık mı, tavuk mu, ne istiyorlarsa sor.”

Garson mahcup bir şekilde, “Aman efendim, yeter bu kadarı,” dese de Nazım ve arkadaşları aldırış etmiyordu. “Amanı zamanı yok! Bu bir ziyafet. Geçtiğimiz yerlerde veda sofraları kuruyoruz. Yesinler, içsinler sempatizanlarımız. Şiir sever yurttaşlarımız! Tek paralarımız ziyan olmasın,” diyorlardı.

Nazım ve arkadaşları, gidecekleri ülkede paranın geçmeyeceğine olan inançlarıyla, yanlarında kalan son kuruşlarını dahi cömertçe harcıyorlardı. Onlara göre, bu paraların burada harcanması en doğru şeydi. Böylece hem dostlarını memnun ediyor hem de kendilerince paranın değerini yitirerek tarihten silineceği günlere duydukları inancı perçinliyorlardı.

Düzce'deki sofrada, Nazım Hikmet ağır ceza reisi arkadaşı Ziya Hilmi’ye bir kez daha fısıldayarak sordu:

“Para geçmez, eminsin ya, Ziya Hilmi?”

Ziya Hilmi, mahkemede kararını bildirir gibi, çatık kaşlarını daha da ciddiyetle çatarak başını ağır ağır salladı:

“Geçmez. Geçmez dedik ya.”

Nazım bu cevap üzerine garsona döndü: “Evladım, bolca getir ortaya şiş kebaplarını!”
Garson, “Başüstüne paşam!” diyerek yanıt verdi ve sofrada son ziyafeti başlattı.

Bu son ziyafet, adeta Türkiye’ye bir veda gibiydi. Nazım Hikmet ve arkadaşları, gidecekleri ülkede darlık ve kıtlık olduğundan haberdardı. Ajanslar bu durumu dünyaya duyuruyordu. Ancak tüm bunlara rağmen, yakından görmek ve öğrenmek için yola çıkmaya kararlıydılar. Onlara göre, yanlarındaki lüzumsuz parayı bir an önce harcamak en mantıklı şeydi. Nazım Hikmet, arkadaşına dönerek coşkuyla konuştu:

“Değil mi, Vâlâ?”
“Elbette, Nazım!” diye yanıtladı Vâlâ.

Nazım sözlerine devam etti: “Öyle ya, ne yapacağız bu üç yüz lirayı? Rusya’da para geçmedikten sonra...”

Vâlâ da onayladı:
“Öyle ya, yere batsın para! İnsanları esir eden alçak para! İzi silinecektir tarihten.”

Ziya Hilmi de bu düşünceyi destekliyordu. Ona göre, komünist teoriye göre para Rusya’da geçmemeliydi. Bu inanç, onların ideallerini ve kararlılıklarını daha da pekiştiriyordu.

Nazım Hikmet ve arkadaşları, Rusya’ya gitme hayaliyle çıktıkları yolculukta, ideallerine sıkıca bağlıydılar. Gittikleri her durakta bu idealler üzerine sohbetler ediyor, kendi teorilerinin doğruluğuna olan inançlarını pekiştiriyorlardı. Üç kişilik bu küçük grup, yolculuk boyunca Rusya’da paranın tedavülden kalktığına ve ideallerinin doğru olduğuna sıkı sıkıya inanıyordu.

Ancak Nazım Hikmet, Rusya’ya ulaştığında gerçeğin biraz farklı olduğunu öğrenecekti. 1917 Bolşevik İhtilali’nin ilk günlerinde Petrograd’da (daha sonra Leningrad olarak anılacak) paranın tedavülden kaldırıldığı duyurulmuştu. Tramvaylar birkaç gün boyunca ücretsiz olmuştu. Fakat bu uygulama kısa sürede sona ermişti. Bolşevikler dahi o dönemde, Nazım Hikmet ve arkadaşları kadar deneyimsizdi. Lenin, bu durum üzerine şu açıklamayı yapmıştı:
“Dışımızda kapitalist bir dünya var oldukça, paranın hâlâ bir işlevi vardır. Ancak sosyalizmi dünya çapında gerçekleştirirsek, altınlardan umumi helâlar yaparız.”

Nazım ve arkadaşları, yolculukları sırasında bu safhaların hangisinde olduklarını bilmiyorlardı. Ancak bu onları durdurmadı. Akçakoca’ya vardıklarında, denize karşı bir ziyafet düzenleme fikriyle heyecanlandılar. Vâlâ, Nazım’a dönerek sordu:
“Ne dersin, Nazım? Bir ziyafet de burada çekelim. Şu kumluk ne kadar nefis bir yer!”
“Denize karşı, pek keyifli olur!” diye yanıtladı Nazım.

Yolculuklarının bir sonraki aşaması için bilet hazırlıklarına başladılar. Akçakoca’dan küçük bir vapurla Zonguldak’a, oradan Trabzon’a geçeceklerdi. Ancak lüks bir mevki yerine daha mütevazı bir kamara ile yetinmeleri gerekti. Vâlâ, bu durumu Nazım’a açıklayarak şunları söyledi:
“Hayır, bu küçük vapurda lüks mevki yok. Ama Zonguldak’a vardığımızda, Anadolu’ya ilk gelişimizde bize ziyafet çeken şiirsever aydınlara biz de bir ziyafet çekelim.”

Bu yolculuk, yalnızca bir kaçış değil, aynı zamanda hayallerle gerçekler arasında gidip gelen bir düşünsel dönüşümün hikayesiydi. Düzce ve Akçakoca, Nazım Hikmet ve arkadaşlarının bu tarihî yolculuğunda yalnızca birer geçiş noktası değil, aynı zamanda dostlukların, cömertliğin ve ideallerin yaşandığı yerler olarak anlam kazandı. Düzce’de kurulan sofralar ve coşkulu sohbetler, bir yandan o dönemin zorlu koşullarında bile insan ilişkilerinin sıcaklığını yansıtırken, diğer yandan bir dönemin hayallerini ve arayışlarını simgeliyordu. Nazım ve arkadaşları için bu durak, hayata dair idealleri ile gerçekleri arasında bir denge kurmaya çalıştıkları özel bir yer olarak hafızalarında kaldı.

Akçakoca ise denize açılmanın, hayallerin somutlaştığı bir başlangıç noktasına dönüştü. Sahilde düzenlenmesi planlanan bir veda ziyafeti, yalnızca bir yemeğin ötesinde, onların ideallerine olan bağlılıklarını vurgulayan bir semboldü. Denize karşı yapılan sohbetler, hem ayrılacakları topraklara duyulan bir özlemi hem de yeni bir dünyayı keşfetme heyecanını barındırıyordu. Düzce’den Akçakoca’ya uzanan bu kısa ama anlam yüklü yolculuk, yalnızca fiziksel bir hareket değil, aynı zamanda bir dönemin ruhunu ve ideallerini taşıyan bir hikâye olarak tarihe geçti…

Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.