19 Eylül 2025 - Cuma

Falezlerin Suskun Tanığı: Akçakoca Ceneviz Kalesi

81 Düzce Haber Köşe Yazarı Tarih Şahin "Falezlerin Suskun Tanığı: Akçakoca Ceneviz Kalesi" başlıklı yazısını yayımladı.

Yazar - Tarık Şahin
Okuma Süresi: 3 dk.
Tarık Şahin

Tarık Şahin

-
Google News

Bazen bir şehri anlamak için çarşısına değil, kıyısına gitmek gerekir. Ben de öyle yaptım. Akçakoca’nın kalbine değil, denize bakan yüzüne yöneldim. Yol beni falezlerin üzerine kurulu o kadim kaleye, halkın “Ceneviz Kalesi” dediği taş duvara götürdü.

İlk adımı attığımda, taşların arasından bir fısıltı yükseldi sanki:
“Beni görmeye geldin, öyle mi? Ben yüzyıllardır buradayım. Karadeniz’in tuzunu, rüzgârın şarkısını saklarım. Bana Ceneviz derler ama ben Bizans’ı da gördüm, Osmanlı’yı da.”

Surların aralığından denize baktım. Dalgalar köpürerek kıyıya vururken başka bir ses karşıladı beni:
“Ben Karadeniz’im. Ne çok gemi gördüm bu koylarda… Baharat kokulu yüklerle gelen Cenevizlileri, savaş naralarıyla gelen akıncıları. Kuleye vurduğum her dalgada geçmişi tekrar hatırlatırım.”

Ben de kendi kendime sordum:
“Sen niye geldin buraya? Tarih mi arıyorsun, yoksa kendini mi?”
Bir gezi bazen yolculuk değil, içe bakıştır. Kaleye tırmandıkça, kendi ruhumun katmanlarında da dolaştım.

 

Avludaki eski sarnıç, hâlâ yağmur suyunu toplayacakmış gibi dimdik duruyor. Sarnıcın kenarına eğildim; içimde garip bir yankı oldu. Boşluğun derinliğinde kendi sesimi değil, geçmişin izlerini duydum.

Güneydeki burç, akşam güneşinde uzun bir gölge gibi yere düşüyordu. Gökyüzü kızıl, deniz koyu maviye dönmüş, burcun gölgesi ikisinin arasında bir şiir gibi salınıyordu. Bir yanım fotoğraf çekmek istiyor, öbür yanım susup sadece dinlemek.

 

Tam o sırada hayalimde Akçakoca Bey belirdi. “Bu şehrin adı benimle anılır,” der gibiydi.
“Biz kaleler fethederdik, sen kelimelerle fethet. Bu taşların hikâyesini diri tut.”

Birden hatırladım: bu kale sadece taş değildi, bir hafıza odasıydı. Surların içinden rüzgâr geçerken, zamanın kapısını aralıyordu.

 

Kalenin iki yanında mavi bayraklı plajlar vardı. Kıyıda piknik yapan aileler, göğe salınan çocuk kahkahaları, patlayan mısır kokusu, denize açılan kayıkların silueti… Tarih ile bugünün buluştuğu bir yerdeydim. Bir yanım çağlar öncesine gidiyor, öbür yanım bugünün gürültüsüne karışıyordu.

Monolog – Kale ile vedalaşırken
“Beni bir kez gördün, bir daha unutmazsın. Ben suskunum, ama senin kelimelerinle konuşurum. Taşlarım zamanla aşınır, ama yazdığın satırlar çağları aşar.”

 

Ayrılırken geriye dönüp baktım. Kale hâlâ suskun, hâlâ mağrur. Anladım ki bazı yapılar, konuşmaz. Ama rüzgârın uğultusunda, dalganın sesinde, insanın kendi iç monologlarında konuşacak bir dile sahiptir.

Ve ben o dili bugün Akçakoca’da duydum.

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.