Akçakocalı Alemdar Ali Ağa; Bir Mezar Taşından Yükselen Tarihî Hafıza
81 Düzce Haber köşe yazarı Doç. Dr. Fatih Özçelik "Akçakocalı Alemdar Ali Ağa; Bir Mezar Taşından Yükselen Tarihî Hafıza" başlıklı yazısını yayımladı.

Doç.Dr. Fatih Özçelik
-“Gençliğine doyamayan Moskof keferesinden intikam alamayan merhum Alemdar Ali Ağa’nın ruhuna Fatiha. Sene 1183.”
Bugün Düzce'nin Akçakoca ilçesine bağlı Göktepe köyünde bulunan bir mezar kitabesindeki bu ibareler, yalnızca bir ferdin acısını değil, bir milletin ortak tarihî hafızasını da taşıyor. Bu ibarede geçen Hicrî 1183 yılı, miladi takvime göre 7 Mayıs 1769 ile 26 Nisan 1770 tarihleri arasına tekabül etmektedir. Söz konusu dönem, Osmanlı tarihinin önemli kırılmalarından biri olan 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ilk evresine denk gelir. Kitabenin sahibi olan Alemdar Ali Ağa, Akçakoca’nın yiğit evlatlarından biri olarak bu savaşta yer almış, Moskof’a karşı intikam arzusunu ise yerine getiremeden hayata gözlerini yummuş bir yeniçeridir.
Taşta “Alemdar” unvanıyla anılan Ali Ağa, yalnızca kişisel kimliğiyle değil, taşıdığı askeri sorumlulukla da dikkat çekicidir. Osmanlı ordusunda “Alemdar”, birliğin sancağını taşıyan ve savaş sırasında bu sancağı koruma görevini üstlenen kişidir. Bu görev, yalnızca sembolik değil, aynı zamanda büyük bir cesaret ve sadakat gerektiren kritik bir pozisyondur. Özellikle Yeniçeri Ocağı’nda alemdarlık, onurlu ve seçkin bir görev kabul edilmiştir. Nitekim Alemdar Ali Ağa’nın mezar taşı formundan bir yeniçeri olduğu da anlaşılmaktadır. Bu bilgi, onun Osmanlı ordusundaki yeri ve taşıdığı sorumluluğun büyüklüğü hakkında da bize fikir verir.
Alemdar Ali Ağa’nın mezar taşıyla ilgimiz ve araştırmalarımız bir rastlantıyla başladı. Eski dergileri incelerken, Büyük Doğu dergisinin 11 Ocak 1946 tarihli nüshasında, kapağa taşınmış dikkat çekici bir fotoğrafla karşılaştık. Bu fotoğraf Mithat Özkök tarafından çekilmiş ve Necip Fazıl’a verilmiştir. Fotoğrafta “Gençliğine doyamayan Moskof keferesinden intikam alamayan merhum Alemdar Ali Ağa’nın ruhuna Fatiha. Sene 1183” ibaresi yazılı Alemdar Ali Ağa’nın mezar taşı yer alıyordu.
Büyük Doğu Dergisi 11 Ocak 1946 Tarihli Nüshası. Alemdar Ali Ağa’nın Mezar Taşı
Bu mezar taşı sadece o sayıda kalmamış, Necip Fazıl Kısakürek’in 1979 baskılı “Moskof” adlı kitabının kapağında da yer bulmuştur. Görüntü hem tarihî hem sembolik yönüyle derin anlamlar taşıyordu. Bu ilginç iz bizi daha fazla araştırmaya itti. Kendisi de Akçakocalı olan kıymetli dostum Harun Agâh Altay’la birlikte, taşı yerinde görmek ve mezarın hâlini tespit etmek amacıyla Göktepe köyünün en az 350 yıllık geçmişi olan tarihi mezarlığında araştırmalara başladık.
Mezarlığın en güney ucunda bulunan mezarı bulmamız zor olmadı. Çünkü mezarın çevresi temizlenmiş ve oldukça düzenli bir hâle getirilmişti. Bu özeni gösteren ve mezara hak ettiği saygıyı sunan kişi ise, mezarlığın hemen karşısındaki arazinin sahibi Tayfun Delihasanoğlu isimli beyefendiydi. Kendisiyle yaptığımız kısa sohbet sırasında, mezarın zamanla otlar ve dikenler arasında tamamen kaybolduğunu anlattı. Ancak üzerindeki tarihi mezar taşını fark edince, mezarın önemini kavramış ve birkaç yıl önce çevresini temizleyip görünür hâle getirmiş. Tayfun Bey’in bu duyarlılığı ve tarihe gösterdiği saygı gerçekten takdire şayandır. Mezarı fark edip emek harcaması, geçmişe sahip çıkmanın güzel bir örneğidir.
Alemdar Ali Ağa’nın mezar taşını ilk olarak 1945 yılında tespit eden Mithat Özkök, sadece fotoğrafını çekmekle kalmamış, büyük ihtimalle mezarı da onarmış olmalıydı. Çünkü mezar kullanılan malzeme ve yapım tekniği açısından değerlendirildiğinde, 1940’lar ile 1960’lar arasında yapılan mezar düzenlemelerine benzer bir şekilde restore edilmişti. Bu durum, Osmanlı’nın unutulmaya yüz tutmuş bir neferine dönemin aydınları tarafından yeniden sahip çıkıldığını gösteriyordu.
Ancak dikkat çekici başka bir ayrıntı da vardı. Taşın baş kısmı dikkatle incelendiğinde, sonradan eklenmiş olduğu anlaşılıyordu. Biçim ve motif yönünden değerlendirildiğinde, mezar taşının başlık kısmı bir kadın mezar taşına aitti. Görünüşe göre Alemdar Ali Ağa’nın mezar taşının baş kısmı, zamanın yıkıcılığına direnememiş; kırılmış ve kaybolmuştur. Mezarlığın zamanla harap olmasıyla birlikte taşlar birbirine karışmış ve bu karışıklık sonucunda bir kadına ait mezar taşının baş kısmı, yanlışlıkla Alemdar Ali Ağa’nın mezar başlığı olarak düşünülmüş. Oysa Osmanlı mezar taşları, yalnızca birer taş değil; üzerlerinde taşıdıkları başlıklar, semboller, motifler ve şekiller aracılığıyla mezar sahibinin cinsiyeti, mesleği ve sosyal statüsüne dair önemli ipuçları sunan tarihî belgelerdir.
Kadınlara ait mezar taşları, genellikle çiçekler, buketler, bahar dalları, gerdanlık, küpe ve broş gibi süslemelerle donatılır. Bu detaylar, Osmanlı estetik anlayışında kadın zarafetinin ve letafetinin sembolleridir. Erkek mezar taşlarında ise, kişinin sosyal hayat içindeki konumu, mesleği ya da tarikat mensubiyeti, başlık biçimiyle ifade edilir. Her bir taş, dönemin kültürel ve sosyal yapısını yansıtan özgün birer sanat eseridir.
Yeniçerilere ait mezar taşlarında, onların giydiği özgün başlıklar tasvir edilmiştir. Bu nedenle Alemdar Ali Ağa’nın mezar başlığının da bir yeniçeriye özgü başlıkla uyumlu olması beklenir. Bu tür taşlar yalnızca bireysel kimliklerin değil, aynı zamanda bir dönemin toplumsal hafızasının da taşıyıcılarıdır. Ancak zamanla bu izlerin tahrif olması, tarihî mirasın sağlıklı biçimde okunmasını güçleştirmektedir. Bu yüzden mezar taşları gibi sessiz tanıkların dikkatle korunması büyük önem taşır.
Alemdar Ali Ağa’nın katıldığı 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi’ne geri dönersek, bu harbin doğrudan sebebi Lehistan(Polonya)’daki siyasi kargaşaydı. Lehistan kralı ile soylular arasında yaşanan taht mücadelesine doğrudan müdahil olan Rus Çariçesi II. Katerina, Lehistan’ı bölme hedefi doğrultusunda bölgeye Rus Kazak(Kosak) askerlerini sevk etti. Ancak bu müdahale yalnızca Leh topraklarıyla sınırlı kalmadı. Kazak birlikleri, Osmanlı toprakları içindeki Balta kasabasına (bugünkü Ukrayna’da, Odesa’ya yaklaşık 230 km mesafededir) girerek büyük bir katliam gerçekleştirdi. Bu gelişme üzerine, Osmanlı Padişahı III. Mustafa, 25 Eylül 1768 tarihinde Rusya’ya savaş ilan etti. Lehistan’daki krala muhalif olan soylular, Osmanlı’nın yanında yer aldı. Buna karşın, İngiltere, Rus donanmasına danışmanlar göndererek Rusya’yı destekleme pozisyonuna geçti. Bu savaş, ne yazık ki Osmanlı Devleti'nin hem askerî hem de diplomatik zeminlerde ciddi kayıplar yaşamasına neden oldu.
Savaşın seyri Osmanlı açısından kısa sürede olumsuz bir yöne evrildi. 1 Ağustos 1770 tarihinde gerçekleşen Kartal Ovası Muharebesi'nde Osmanlı ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Bu muharebede yeniçeriler ve Kırım Tatarlarından oluşan büyük bir Osmanlı ordusu dağıtıldı. Aynı yılın Temmuz ayında, Çariçe II. Katerina’nın emriyle Aleksey Orlov komutasındaki Rus donanması, Baltık’tan Akdeniz’e inmiş ve 5–7 Temmuz 1770 tarihlerinde Çeşme açıklarında Osmanlı donanmasını tamamen yakmıştır.
Her ne kadar Osmanlı kuvvetleri savaş sürecinde 2 Ağustos 1771’de Özi’de (Kırım), 12 Eylül 1771’de Yerköy’de (Boğdan), 29 Haziran 1773’te Silistre’de ve 20 Ekim 1773’te Varna’da kısmi başarılar elde etmiş olsa da bu zaferler savaşın genel gidişatını değiştirmeye yetmemiştir. 21 Temmuz 1774’te tahta çıkan I. Abdülhamit, büyük kayıplarla geçen bu yıpratıcı süreci sonlandırmak üzere Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır. Antlaşma ile Kırım Hanlığı bağımsızlık kazanmış görünse de Rusya’nın gerçek hedefi kısa sürede ortaya çıkmış; 1783 yılında Kırım doğrudan Rusya tarafından ilhak edilmiştir.
Savaş sadece askerî ve toprak kayıplarıyla değil, Osmanlı maliyesi açısından da yıkıcı etkiler doğurmuştur. 1775 yılında, savaşın getirdiği mali krize çözüm bulmak amacıyla, iç borçlanmaya dayalı "Eshâm-ı Osmâniyye" sistemi yürürlüğe konulmuştur. Bu uygulama, Osmanlı mali sisteminde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir.
Bu tarihsel bağlamda Alemdar Ali Ağa’nın mezar taşı, savaşın bireysel düzeydeki yıkıcılığını yansıtan nadir örneklerden biridir. Her ne kadar Ali Ağa’nın tam olarak hangi cephede savaştığına dair net bir kayıt bulunmasa da dönemin olay örgüsü bazı çıkarımlarda bulunmamıza imkân tanır. Ağa’nın Çeşme Deniz Muharebesi’nde bulunmuş olması mümkün değildir, zira bu muharebe 7 Temmuz 1770'te gerçekleşmiş ve mezar taşındaki tarih bu tarihten öncedir. Kaldı ki kendisi de bahriyeli değildir. Kartal Ovası Muharebesi’nde yer almış olması da mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle, yüksek ihtimalle 1769 yılı sonlarında Rusların Hotin’i ele geçirmesinden önce ya da hemen sonrasında gerçekleşen bir muharebede yaralanmış, köyüne dönmüş ve burada hayatını kaybetmiştir. Bu ibarenin mezar taşına yazdırılması, büyük olasılıkla vasiyeti üzerine gerçekleştirilmiştir.
Yukarı da bahsettiğimiz gibi mezar taşı, 1945 yılında araştırmacı Mithat Özkök tarafından Göktepe köyünde tespit edilmişti. Ancak bu taşın tarihî ve politik anlamda dikkat çekmesi, 1946 yılında Sovyetler Birliği'nin Türkiye üzerindeki taleplerinin arttığı bir döneme rastlar. Stalin’in Boğazlar ile Kars ve Ardahan üzerindeki iddiaları gündemdeyken, Necip Fazıl Kısakürek bu mezar taşını Büyük Doğu dergisinin kapağına taşımıştır. Mezar taşındaki ifadeler, o dönem Türkiye’de şekillenen anti-Sovyet atmosfer içinde büyük yankı uyandırmıştır. Söz konusu mezar taşı yalnızca Türkiye’de değil, Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya basınında da yankı bulmuş; uluslararası düzeyde dikkat çeken bir sembole dönüşmüştür. Böylece taş, komünizme ve Sovyet yayılmacılığına karşı bir propaganda sembolü haline gelmiştir.
Son olarak, bu mezar taşı aracılığıyla Osmanlı-Rus savaşlarının genel karakterine bakmak da yerinde olacaktır. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya, 1677 ile 1918 yılları arasında toplam on üç kez savaşmıştır. Bu süreçte geçen 241 yılın 57 yılı, doğrudan savaş haliyle geçmiştir. Diğer bir ifadeyle, ortalama her 18 yılda bir, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında savaş patlak vermiştir. Bu veriler, Osmanlı-Rus ilişkilerinin zaman zaman değil, neredeyse sürekli ve yapısal bir şekilde çatışma içinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Alemdar Ali Ağa’nın mezar taşı, işte bu uzun soluklu tarihî mücadelenin sade, fakat çarpıcı bir belgesidir. Akçakoca’nın bu evladı, yalnızca savaş meydanlarında değil, mezar taşındaki sessiz satırlarda da mücadele etmeye devam etmektedir…
Ruhu şad, mekânı cennet olsun…