ÜSKÜBÜ’DE NAHİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU (8 MAYIS 1958)
81 Düzce Haber köşe yazarı Doç. Dr. Fatih Özçelik "ÜSKÜBÜ’DE NAHİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU (8 MAYIS 1958)" başlıklı yazısını yayımladı.

Doç.Dr. Fatih Özçelik
-Tarihi Bitinya bölgesinde yer alan Üskübü (Prusias Ad Hypium), tarih boyunca stratejik konumu, idari işlevi ve kültürel birikimiyle bölgesel gelişimin odak noktalarından biri olmuştur. İlk çağlardan itibaren iskâna açık bu kadim yerleşim, özellikle Roma döneminde dikkate değer bir gelişme süreci yaşamış; siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan öne çıkan bir merkez hâline gelmiştir.
Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’daki önemli kentlerinden biri olarak kabul edilen Üskübü(Prusias Ad Hypium), sadece jeopolitik konumuyla değil, sahip olduğu idari ve siyasi ayrıcalıklarla da imparatorluk içinde seçkin bir konuma ulaşmıştır. Şehir, iç işlerinde özerk bir yönetim yapısına sahip olup, yerel senatosu aracılığıyla kendi kararlarını alma yetkisine kavuşmuştur. Bu özerklik, kentin kendi adına sikke basma hakkına sahip olmasıyla somut bir ayrıcalığa dönüşmüştür. Roma dünyasında yalnızca belirli kentlere tanınan bu imtiyaz, Üskübü’nün prestijli statüsünü ve bölgesel ağırlığını açık biçimde ortaya koymaktadır.
Arkeolojik veriler ve yazılı kaynaklar, Roma imparatorlarının Üskübü’yü ziyaret ettiğini ve kentte çeşitli kamu etkinliklerinin düzenlendiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca bu dönemde inşa edilen tiyatro, hamam, su kemerleri ve tapınak gibi anıtsal yapılar, Üskübü’nün yalnızca bir yerleşim yeri değil, aynı zamanda bir idari, dini ve kültürel merkez olarak da işlev gördüğünü göstermektedir. Roma şehircilik ilkelerine uygun biçimde planlanan kent dokusu; forum alanı, sütunlu caddeler ve anıtsal mimarisiyle adeta bir metropol görünümü kazanmıştır.
Bu tarihsel derinlik, Üskübü’nün yalnızca bir antik kent olmadığını; aynı zamanda imparatorluk içi kararların alındığı, yüksek derecede örgütlenmiş bir yerleşim yapısına sahip olduğunu göstermektedir. Bu birikim, sonraki yüzyıllarda Üskübü’nün önemini korumasını sağlamış ve Osmanlı dönemine geçişte de bu merkezî rolünü devam ettirmesine zemin hazırlamıştır.
Osmanlı döneminde Üskübü, sancak ve kaza teşkilatlarının kesişim noktasında yer alarak yeniden idari ve ekonomik canlılığın odağı hâline gelmiştir. Hanları, çarşıları, camileri, medreseleri ve mesire alanlarıyla toplumsal hayatın merkezine oturan bu belde, vakfiye defterlerinden tahrir kayıtlarına, seyahatnamelerden şer’iyye sicillerine kadar pek çok kaynakta adı geçen önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Bu durum, Üskübü’nün sadece yönetsel bir merkez değil, aynı zamanda kültürel ve dini bir cazibe noktası olduğunu da ortaya koymaktadır.
Ne var ki tarihsel süreç, Üskübü için de duraklamalar ve gerilemeler getirmiştir. Özellikle 16. yüzyıldan itibaren ovanın ortasında gelişmeye başlayan bugünkü Düzce şehir merkezinin cazibe kazanmasıyla birlikte, bölgedeki idari ve ticari ağırlık yavaş yavaş bu yeni yerleşime kaydırılmıştır. Kamu kurumlarının ve mülki otoritelerin taşınması, ticaret yollarının yön değiştirmesiyle birleşince, bir zamanların hareketli ve canlı şehri olan Üskübü, giderek nüfus kaybına uğramış ve ekonomik canlılığını yitirerek köy statüsüne indirgenmiştir.
Böylece Roma’dan Osmanlı’ya uzanan süreçte birçok medeniyetin iz bıraktığı, kararların alındığı, ticaretin döndüğü ve kültürün şekillendiği bu önemli merkez, zamanla unutulmaya yüz tutmuş; ancak sahip olduğu tarihî miras, bölge hafızasında hâlâ canlılığını korumuştur. Üskübü’nün bu çok katmanlı tarihsel kimliği, geçmişin izlerini bugüne taşıyan bir kültürel bellek olarak değerlendirilmeyi fazlasıyla hak etmektedir.
1950’li yıllara gelindiğinde, zengin tarihî geçmişi ve yerleşim dokusuyla dikkat çeken Üskübü’nün hâlâ bir köy statüsünde bulunması, kamuoyunda zaman zaman eleştirilere konu olmuştur. Bu durum, yerel düzeyde hem idari hem de sosyo-kültürel bir yetersizlik olarak değerlendirilmiş, beldenin statüsünün yükseltilmesi yönündeki talepler artış göstermiştir. Bu çerçevede, Üskübü’nün nahiye ilan edilmesine yönelik ilk somut adım 1953 yılında atılmıştır. Dönemin Bolu Valisi Şevket Özenalp, köyün tarihsel ve coğrafi önemini dikkate alarak, Üskübü’nün artık köy statüsünü aşan bir yapıya sahip olduğunu vurgulamış ve nahiye yapılması gerektiğini resmî gündeme taşımıştır.
Muhtar Necati Topçu (1910-1975) Üskübü’de tam 14 yıl boyunca muhtarlık görevini yürüten Topçu, köyün idari dönüşüm sürecine hem tanıklık etmiş hem de bu sürecin şekillenmesinde aktif rol oynamıştı. Üskübü’nün Belediye teşkilatı kurulmadan önceki son muhtarı
1953 yılında Bolu Valisi Şevket Özenalp’ın yürüttüğü tetkikler, Düzce ilçesinin büyüklüğü ve merkezle olan mesafeleri göz önünde bulundurulduğunda, mevcut iki nahiyenin (Gümüşova ve Cumayeri) yetersiz kaldığı açıkça ortaya koyulmuştu. Bu değerlendirme neticesinde, vilayet sınırları içerisinde altı yeni nahiye kurulması için İçişleri Vekâleti’ne başvurulmuş; bu altı yerleşimden biri de Üskübü olmuştur.
1954 yılında İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik’in Düzce ziyareti sırasında yaptığı değerlendirmeler de bu yöndeydi. Düzce’nin gelişme potansiyelinden duyduğu memnuniyeti ifade eden Sayın Bakan, Gölyaka ve Üskübü’nün idari teşkilatlanması yönündeki taleplerin yerinde olduğunu vurgulamış ve bu açıklamaları yerel halk arasında büyük bir sevinç yaratmıştı.
Ancak gelişmeler beklentilerin aksine ilerlemiştir. 1955 yılında yalnızca Gölyaka’da nahiye teşkilatı kurulmuş, Üskübü için ise herhangi bir adım atılmamıştır. Resmî bir gerekçeye dayanmayan bu karar, Üskübü’de büyük bir hayal kırıklığı yaratmış; köyün kaderi bir kez daha arka planda kalmak olmuştu.
Nihayet, uzun süren hazırlık ve dosya çalışmalarının ardından, 8 Mayıs 1958 tarihinde yayımlanan bir kararname ile Üskübü resmen nahiye statüsüne kavuştu. Bu gelişme, başta dönemin Düzce Kaymakamı Şerif Tüten olmak üzere, yerel idarenin yoğun ve kararlı çabalarının somut bir neticesi oldu. 1580 sayılı Belediye Kanunu uyarınca yürütülen süreç, Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Nahiye müdürlüğüne ise Düzce kazası Tahrirat Kalemi İkinci Kâtibi İhsan Mamak vekâleten atandı.
Üskübü’nün İlk Belediye Başkanı Sabri Demir
11 Mayıs 1958 Pazar günü Üskübü’de düzenlenen tören, adeta bir bayram havası içinde geçti. Törene katılanlar arasında Üskübü Belediye Başkanı Sabri Demir de yer aldı. Sabri Demir, yalnızca bir idari görev üstlenmekle kalmadı, halkın güvenini kazanmış bir yerel yönetici olarak uzun yıllar Üskübü’nün gelişimine öncülük etti. Tam 20 yıl, yani dört dönem boyunca yürüttüğü belediye başkanlığı, onun çalışkanlığının ve halka olan bağlılığının açık bir göstergesidir. Törende yaptığı kısa konuşmada, günün anlam ve önemine vurgu yapan Sabri Demir, Üskübü’nün nahiye statüsüne kavuşmasının kasaba için bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Konuşmasında devlet büyüklerine, yerel yöneticilere ve halkına teşekkür eden Demir, bu gelişmenin Üskübü’nün geleceği açısından büyük bir umut kaynağı olduğunu ifade etti.
Bu konuşmanın ardından kürsüye çıkan Bolu Valisi Ahmet Tekelioğlu, törende hazır bulunan kalabalığı selamlayarak şu anlamlı sözleri söyledi:
“Muhterem Üskübülüler, şu güzel bahar gününde Düzce’den Üskübü’ye gelirken çok güzel manzaralar gördüm. Zahmet edip kasabanızın girişinde bizleri karşıladığınız için sizlere teşekkür ederim. Üskübülüler kendi ekmeklerini topraktan çıkarıyor ve her sene daha büyük bir kalkınma kaydediyor. Bu yönleriyle nahiye olmaya layıksınız. Geçirdiğimiz deprem münasebetiyle Üskübü’ye teşrif eden İçişleri Bakanımız da aynı kanaatleri ifade etmişlerdi. İnşallah yakın bir zamanda kaza (ilçe) olduğunuzu da göreceğiz. Kavuşmak azmine sarılmak, kavuşmak demektir. Biraz sonra açılışını yapacağımız sergide genç kızlarımızın maharetlerini göreceğiz. Bu da bizlere bir iftihar vesilesi olacaktır. Nahiyeniz uğurlu olsun. Hepinize sevgi ve saygıyla kucak açıyor, sizleri bağrıma basıyorum Muhterem Üskübülüler!”
Vali Tekelioğlu’nun konuşmasının ardından nahiye binasının kurdelesi kesildi, tabela bizzat vali tarafından binaya asıldı. Ardından Üskübü Biçki-Dikiş Yurdu açıldı ve genç kızların el emeği ürünlerinden oluşan sergi gezildi. Halkla birebir sohbet eden vali, vatandaşların sorunlarını dinledi ve çeşitli vaatlerde bulundu.
Üskübü’nün nahiye olması, bölgenin yönetsel kapasitesini güçlendirmiş, kamu hizmetlerinin daha etkin biçimde sunulmasının önünü açmıştır. Fakat bundan da öte, bu gelişme, yerel halkın uzun soluklu bir hak arayışının, sabrının ve devletle kurduğu sağlıklı iletişimin zaferidir.
Üskübü’nün Belediye Başkanı Sabri Demir Bir Törende
Bugün Üskübü’nün sokaklarında yürürken, bu törenin yankılarının hâlâ hafızalarda canlı olduğunu görmek mümkündür. Nahiye olmanın sevinci, sadece o günle sınırlı kalmamış; yıllar içinde kasabanın kimliğini şekillendiren temel bir dönüm noktasına dönüşmüştür.
Ancak 29 Şubat 2008 tarihli İçişleri Bakanlığı’nın 2008/9866 sayılı kararıyla, Konuralp Belediyesi’nin tüzel kişiliği sona ermiş ve Konuralp, Düzce Belediyesi sınırları içerisine katılmıştır. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 11. maddesi uyarınca alınan bu karar, Konuralp’in idari yapısında köklü bir değişime yol açmıştır.
Her ne kadar 29 Şubat 2008 tarihli ve 2008/9866 sayılı İçişleri Bakanlığı kararıyla Konuralp Belediyesi’nin tüzel kişiliğinin sona ermesi ilk etapta yerel halk açısından bir hayal kırıklığı yaratmış olsa da, bu kararın uzun vadede olumlu sonuçlar doğurduğu açıktır. Konuralp, Düzce Belediyesi sınırları içerisine katılarak daha güçlü, kurumsal ve kaynak açısından daha donanımlı bir yapının parçası hâline gelmiştir.
Küçük ölçekli ve sınırlı bütçeye sahip olan Konuralp Belediyesi, geçmişte birçok hizmeti kendi imkânlarıyla karşılamakta zorlanıyor; altyapıdan ulaşıma, çevre düzenlemesinden kültürel faaliyetlere kadar birçok alanda sınırlı kapasiteyle hizmet sunabiliyordu. Oysa Düzce Belediyesi’nin geniş bütçesi, teknik kadrosu ve idari deneyimi sayesinde Konuralp, daha nitelikli kamu hizmetlerine erişme imkânı bulmuştur.
Bugün gelinen noktada, özellikle altyapı yatırımlarında, çevre düzenlemelerinde, kültürel mirasın korunması ve tanıtılmasında Düzce Belediyesi’nin katkısı gözle görülür bir şekilde hissedilmektedir. Antik tiyatro kazılarının hız kazanması, turizme yönelik projelerin artması ve sosyal donatı alanlarının geliştirilmesi, bu bütünleşmenin ne denli önemli ve yerinde bir karar olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Kısacası, Konuralp’in belediye olarak idari bağımsızlığını yitirmesi üzücü bir gelişme gibi görünse de, Düzce Belediyesi çatısı altına alınması, bölgenin daha sistemli, planlı ve sürdürülebilir bir şekilde gelişmesini mümkün kılmış; Konuralp’e uzun vadede kazandıran bir değişim olmuştur.
Tarihsel kimliğiyle Batı Karadeniz’in en kadim yerleşimlerinden biri olan Üskübü, bu süreçte ne yazık ki zamanla geri planda kalmış, yalnızca dar bir akademik çevre ile bölge halkının gündeminde yer bulabilmiştir. Oysa ki tarih boyunca çok önemli roller üstlenen bu yerleşim, adeta sessizliğe terk edilmiş bir hazine konumundaydı.
Ayaktakiler Sağ baştan; Ali Güler, Sabri Demir(Belediye Başkanı), Nadim Çevik, Selahattin Eren(TEKEL Memuru), Ahmet Eroğlu(İlkokul Müdürü), Muhlis Kıyıcı(TEKEL Müdürü), Faik Sertoğlu, Oturanlar Sağ baştan; Hüseyin Doğan(TEKEL Ambar Memuru), Ahmet Merdan(Türkçe Öğretmeni), Hasan Küçükyılmaz(Kooperatif Müdürü), Şenol Küçükyılmaz(Çocuk, İngilizce Öğretmeni), Ahmet Yazgan
Ancak 2019 yılında Sayın Dr. Faruk Özlü’nün Düzce Belediye Başkanı seçilmesiyle, Üskübü’nün kaderi değişmiştir. Özlü’nün destekleriyle, Konuralp Antik Tiyatrosu’nda yürütülen kazılar yaz-kış demeden aralıksız sürdürülmüş; 30 yılda tamamlanması öngörülen çalışmalar, titiz ve yoğun bir çabayla 3 yıl gibi kısa bir süreye indirilmiştir.
Bu kazılar sayesinde, Üskübü artık yalnızca ulusal düzeyde değil, uluslararası bilim çevrelerinde de adından söz ettiren bir arkeolojik merkez hâline gelmiştir. İnsanlık, bu kadim kentin değerini ve potansiyelini yeniden fark etmiştir. Üskübü, yeniden konuşulmakta, yeniden ziyaret edilmekte, yeniden bilinmektedir.
Bu yazının ortaya çıkmasında bizleri yüreklendiren, değerli katkılarını hiçbir zaman esirgemeyen Sayın İmran Öz Aktepe Hanımefendi’ye en içten teşekkürlerimi sunmak isterim. Gerek arşivinden temin ettiği kıymetli fotoğraflar, gerekse paylaştığı tarihi bilgilerle bu çalışmanın şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Onun katkıları yalnızca belgelerle sınırlı kalmamış; aynı zamanda bizlere ilham veren bir sorumluluk duygusunu da beraberinde getirmiştir.
İmran Hanım, Konuralp’in sadece tarihine değil, ruhuna da hâkim olan vefalı bir evladıdır. Bu toprakların sesini duyurmak, geçmişin izlerini gün yüzüne çıkarmak ve Konuralp’in hak ettiği değeri görmesi için büyük bir özveriyle çalışan bir kültür neferidir. Yeri geldiğinde bir saha araştırmacısı, yeri geldiğinde bir hafıza bekçisi gibi çalışan İmran Öz Aktepe, Konuralp’in tanıtımı adına yapılan her türlü faaliyete gönülden destek vermekte; bu kadim yerleşimin sesi olmak için elinden geleni yapmaktadır.
Konuralp’in tarihî kimliğine duyduğu bu derin aidiyet duygusu, yalnızca geçmişe değil, geleceğe de tutulmuş güçlü bir ışıktır. İmran Hanım gibi gönüllü kültür insanlarının varlığı, bizlere umut vermekte, tarihî belleğimizin canlı tutulmasında vazgeçilmez bir rol üstlenmektedir. Bu vesileyle kendisine bir kez daha teşekkür ediyor; Konuralp sevdalısı herkes adına saygı ve şükranlarımı sunuyorum.